Koklea, iç kulakta bulunan ve işitme duyusunun gerçekleşmesini sağlayan salyangoz şeklindeki hassas bir organdır. Bu yapının temel görevi, orta kulaktan gelen mekanik ses titreşimlerini almak ve bunları beynin yorumlayabileceği elektrokimyasal sinyallere dönüştürmektir. Vücudun bu doğal mikrofonu, duyma eyleminin başladığı kritik noktadır ve sesleri anlamlandırma yeteneğimizin temelini oluşturur. Kısacası koklea, dış dünyadaki sesleri bizim için anlamlı bilgilere çeviren biyolojik bir dönüştürücü olarak çalışır ve sağlıklı bir işitme için kusursuz işlemesi hayati önem taşır.
Kokleanın Karmaşık Yapısı Nasıldır ve İçinde Ne Bulunur?
İç kulağın işitsel kısmını oluşturan koklea yapısı, adeta bir mühendislik harikasıdır. Kendi etrafında yaklaşık iki buçuk kez dönen bu spiral yapıyı bir kesit alarak incelersek, üst üste sarılmış üç paralel ve sıvı dolu tünel görürüz. Bu tünellerden en üstteki ve en alttaki, “perilenf” adını verdiğimiz bir sıvıyla doludur. Perilenf, yapısı itibarıyla daha çok standart bir vücut sıvısına benzer ve bol miktarda sodyum iyonu içerir:
Asıl sihrin gerçekleştiği yer ise bu iki tünelin arasında sıkışmış olan orta tüneldir. “Skala media” olarak bilinen bu bölüm, “endolenf” adı verilen çok özel bir sıvıyla doludur. Endolenf, perilenften tamamen farklıdır; hücre içi sıvılar gibi aşırı derecede yüksek potasyum konsantrasyonuna sahiptir. Bu iki farklı sıvı, aralarındaki ince zarlar sayesinde asla birbirine karışmaz.
Bu iki farklı sıvının varlığı, kokleanın bir pil gibi çalışmasını sağlar. Orta tünelin yan duvarında bulunan “stria vaskülaris” adlı özel doku, adeta bir şarj dinamosu gibi sürekli çalışarak endolenf sıvısına potasyum pompalar. Bu işlem orta tünelin içinde yaklaşık +80 milivoltluk pozitif bir elektrik potansiyeli yaratır. Bu “endokoklear potansiyel”, yani kokleanın biyolojik pili, işitme işleminin gerçekleşmesi için gereken enerjiyi sağlayan temel güç kaynağıdır. Bu pil olmadan, en güçlü sesler bile beynimiz için anlamsız bir fısıltıdan öteye gidemezdi.
Duyma Eylemi Kokleada Nasıl Gerçekleşir?
Duyma eylemi, ses dalgalarının kulak kepçemiz tarafından toplanıp kulak kanalından geçerek kulak zarına çarpmasıyla başlayan zincirleme bir reaksiyondur. Kulak zarı titreşir ve bu titreşimleri orta kulaktaki minik kemikçikler (çekiç, örs, üzengi) güçlendirerek kokleanın oval penceresine, yani giriş kapısına iletir.
Üzengi kemiğinin bu kapıyı itip çekmesiyle, kokleanın içindeki sıvı harekete geçer ve “seyahat eden dalga” adı verilen bir dalgalanma yaratır. Bu dalga, kokleanın tabanından tepesine doğru ilerlerken, altında yer alan ve esnek bir şerit olan “baziler membran”ı hareket ettirir. Bu membranı bir piyanonun klavyesi gibi düşünebiliriz. Klavye’nin bir ucu ince ve tiz notalar için, diğer ucu ise kalın ve pes notalar içindir. Benzer şekilde baziler membranın da kokleanın girişine yakın olan taban kısmı sert ve dardır ve yüksek frekanslı (tiz) seslere tepki verir. Uca, yani tepeye doğru ilerledikçe membran genişler ve esnekleşir; bu bölgeler de düşük frekanslı (pes) seslerle titreşir. Bu sayede koklea, gelen sesi frekanslarına ayrıştırır.
Bu baziler membranın üzerinde ise asıl işi yapan “Corti Organı” bulunur. Bu organ, binlerce mikroskobik duyu hücresine ev sahipliği yapar. Bu hücreler, görevlerine göre iki ana gruba ayrılır.
Bu hücrelerin farklı ama birbirini tamamlayan görevleri vardır:
- İç Tüy Hücreleri (Mikrofonlar)
- Dış Tüy Hücreleri (Amplifikatörler)
İç tüy hücreleri, tek bir sıra halinde dizilmiş yaklaşık 3.500 adet hücredir ve sesin beyne iletilmesini sağlayan asıl mikrofonlardır. Sıvıdaki dalgalanma bu hücrelerin üzerindeki tüy demetlerini büktüğünde, hücrenin içine potasyum akışı başlar ve bu da bir elektrik sinyali oluşturur. Bu sinyal, işitme siniri aracılığıyla beyne gönderilir.
Dış tüy hücreleri ise üç sıra halinde dizilmiştir ve sayıları yaklaşık 12.000’dir. Onların görevi ise sesi yükseltmek ve netleştirmektir. Gelen sesle uyarıldıklarında, bu hücreler adeta minik motorlar gibi kasılıp uzayarak baziler membranın titreşimini aktif olarak güçlendirirler. Bu “koklear amplifikatör” sayesinde çok fısıltı düzeyindeki sesleri bile duyabilir ve sesleri çok daha net bir şekilde ayırt edebiliriz. Bu mekanizma o kadar güçlüdür ki işitme hassasiyetimize yaklaşık 50 desibel kadar bir katkı sağlar.
Sensörinöral İşitme Kaybı Nedir ve En Sık Görülen Türleri Hangileridir?
Halk arasında “iç kulak tipi” olarak da bilinen sensörinöral işitme kaybı, sorunun kokleadaki hassas tüy hücrelerinde veya bu hücrelerden beyne sinyal taşıyan işitme sinirinde olduğu durumlardır. İşitme kayıplarının büyük çoğunluğu bu kategoriye girer ve genellikle kalıcıdır. En sık karşılaşılan türleri, yaşlanma ve gürültüye maruz kalma gibi faktörlerden kaynaklanır.
Yaşa bağlı işitme kaybı olan presbiakuzi, herkeste farklı şekilde ilerleyebilir ve altında yatan nedenlere göre farklı türleri vardır. Bunların başlıcaları şunlardır:
- Duyusal (Tüy hücrelerinin kaybı)
- Nöral (İşitme sinirinin kaybı)
- Strial / Metabolik (Koklea bataryasının zayıflaması)
Duyusal presbiakuzi, en sık görülen formdur ve özellikle kokleanın tiz seslerden sorumlu taban kısmındaki dış tüy hücrelerinin zamanla yıpranıp ölmesiyle ortaya çıkar. Bu durum hastaların genellikle “tiz sesleri duyamıyorum”, “konuşmaları duyuyorum ama fısıltı gibi geliyor” gibi şikayetlerde bulunmasına neden olur.
Nöral presbiakuzi ise doğrudan işitme siniri nöronlarının kaybıyla ilgilidir. Bu kişilerde saf ses işitme testleri çok bozuk olmasa bile, konuşmayı anlama yetenekleri orantısız derecede kötüdür. Özellikle “gürültüde konuşmayı hiç ayırt edemiyorum” şikayeti bu durumun tipik bir yansımasıdır, çünkü beyne giden sinyalin kalitesi düşmüştür.
Son olarak strial presbiakuzi, kokleanın pili olan stria vaskülaris’in zayıflamasıdır. Pilin gücü azaldığı için, tüm frekanslarda genel bir işitme kaybı ortaya çıkar ve bu genellikle daha düz bir odyogram profiliyle kendini gösterir.
Gürültü ve Bazı İlaçlar Kokleaya Nasıl Zarar Verir?
Koklea hasarı, genellikle geri döndürülemez sonuçlar doğuran ciddi bir durumdur. Yüksek şiddetli seslere maruz kalmak, bu hasarın en yaygın nedenlerinden biridir. Patlama gibi ani ve çok yüksek bir ses (akustik travma) veya yıllar boyunca sürekli olarak fabrika gürültüsü ya da yüksek sesli müzik gibi seslere maruz kalmak, kokleadaki tüy hücrelerine, özellikle de hassas dış tüy hücrelerine zarar verir. Bu hasar, hücrelerde aşırı metabolik strese yol açarak onların yorulmasına ve zamanla ölmesine neden olur. Gürültüye bağlı işitme kaybı, odyogramda genellikle 4000 Hz civarında keskin bir düşüşle kendini gösteren “gürültü çentiği” olarak bilinen karakteristik bir iz bırakır.
Son yıllarda yapılan araştırmalar, gürültünün bir başka sinsi etkisini daha ortaya koymuştur: “gizli işitme kaybı”. Bu durumda tüy hücreleri ölmez ancak iç tüy hücreleri ile işitme siniri arasındaki hassas bağlantılar (sinapslar) kopar. Kişinin standart işitme testi tamamen normal çıkabilir, ancak özellikle gürültülü ortamlarda konuşulanları anlamakta ciddi zorluk çeker. Bu durum odyogramın tek başına her şeyi göstermediğinin ve kişinin şikayetlerinin neden ciddiye alınması gerektiğinin en önemli kanıtlarından biridir.
Kokleaya zarar verebilecek bir diğer önemli faktör ise “ototoksisite”, yani bazı ilaçların veya kimyasalların kulağa toksik etki göstermesidir. Özellikle hastane ortamında hayat kurtarıcı olabilen bazı ilaçların ne yazık ki böyle bir yan etkisi olabilir. Bunların en bilinenleri şunlardır:
- Aminoglikozid grubu antibiyotikler (örn. gentamisin)
- Platin bazlı kemoterapi ajanları (örn. sisplatin, karboplatin)
- Loop diüretikleri
Bu ilaçlar kan dolaşımı yoluyla iç kulağa ulaşır ve sistematik olarak genellikle kokleanın en hassas bölgesi olan yüksek frekanslı dış tüy hücrelerinden başlayarak hasara yol açarlar. Bu nedenle bu tür tedavileri alan hastaların işitmelerinin, tedavi öncesinde, sırasında ve sonrasında düzenli olarak yüksek frekans odyometrisi ve DPOAE testleri ile takip edilmesi, kalıcı bir hasarı erken evrede tespit edip önlem alabilmek için hayati önem taşır.
Ani İşitme Kaybı Neden Ciddiye Alınması Gereken Bir Durumdur?
Ani işitme kaybı, 72 saat veya daha kısa bir süre içinde, genellikle tek kulakta ortaya çıkan ve hızla gelişen bir işitme azalmasıdır. Bu durum bir KBB acilidir ve kesinlikle zaman kaybetmeden bir uzmana başvurmayı gerektirir. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa, işitmenin geri dönme şansı o kadar artar. Vakaların büyük bir kısmında net bir neden bulunamasa da altta yattığı düşünülen başlıca teoriler mevcuttur.
Ani işitme kaybına yol açtığı düşünülen temel mekanizmalar şunlardır:
- Vasküler olaylar (İç kulağı besleyen damarlarda tıkanıklık veya spazm)
- Viral enfeksiyonlar (Kulağı etkileyen virüslerin neden olduğu iltihaplanma)
- Otoimmün reaksiyonlar (Vücudun bağışıklık sisteminin iç kulağa saldırması)
- İç kulak zarlarında yırtılma (Sıvıların karışarak hücrelere zarar vermesi)
Nedeni ne olursa olsun, bir sabah uyandığınızda veya gün içinde aniden bir kulağınızın tıkandığını, duymadığını veya derinden bir uğultu geldiğini fark ederseniz, bunu “geçer” diye beklemek yerine derhal tıbbi yardım almanız kritik öneme sahiptir.
Kulak Çınlaması (Tinnitus) ile Koklea Arasındaki Bağlantı Nedir?
Tinnitus, yani kulak çınlaması, dışarıda herhangi bir ses kaynağı olmamasına rağmen kişinin ses algılaması durumudur. Bu bir hastalık değil genellikle altta yatan bir sorunun belirtisidir ve bu sorunların başında da koklea kaynaklı işitme kaybı gelir. En kabul gören teoriye göre tinnitus, kokleadaki hasar nedeniyle beyne giden işitsel sinyal akışı azaldığında, beynin bu boşluğu telafi etme çabasının bir sonucudur.
İşitsel sistem, adeta sessizliğe dayanamayan bir yapı gibidir. Kokleadaki tüy hücreleri hasar gördüğünde, belirli frekanslardan gelen sinyaller kesilir. Beynin işitsel merkezleri bu durumu bir “sinyal kaybı” olarak algılar ve bu eksikliği gidermek için kendi aktivitesini artırır, yani adeta “sesi açar”. Bu artan ve senkronize olmayan nöral aktivite, beyin tarafından gerçek bir ses gibi yorumlanır ve kişi bunu çınlama olarak algılar. Bu nedenle çınlamanın perdesi, genellikle işitme kaybının olduğu frekans aralığına denk gelir. İnsanların tinnitus olarak tarif ettiği sesler oldukça çeşitlidir.
- Zil sesi
- Uğultu
- Vızıldama
- Tıslama
- Cırcır böceği sesi
- Su şırıltısı
Tinnitus şikayeti olan bir kişide yapılması gereken ilk ve en önemli şey, kapsamlı bir odyolojik değerlendirme ile altta yatan bir işitme kaybı olup olmadığını tespit etmektir. Çünkü çoğu zaman, işitme kaybının rehabilitasyonu, çınlamanın yarattığı rahatsızlığı da önemli ölçüde azaltır.
Meniere Hastalığı Kokleayı ve Dengeyi Nasıl Etkiler?
Meniere hastalığı, iç kulağın hem işitme hem de denge bölümlerini etkileyen kronik bir rahatsızlıktır. Hastalığın temelinde “endolenfatik hidrops” yattığı düşünülmektedir. Bu koklea ve denge organlarının içinde bulunan endolenf sıvısının miktarının artarak, iç kulak zarlarında aşırı bir basınç ve gerginlik yaratmasıdır. Bunu, bir balonu patlama noktasına gelene kadar şişirmeye benzetebiliriz. Bu basınç, hem işitme hem de denge hücrelerinin normal fonksiyonunu bozar ve hastalığın klasik belirti üçlüsünü ortaya çıkarır.
Meniere hastalığının tipik semptomları şunlardır:
- Epizodik Ataklar halinde gelen ve dakikalarca hatta saatlerce sürebilen şiddetli baş dönmesi (vertigo)
- Dalgalanan, yani fluktuasyon gösteren atak sırasında kötüleşip sonrasında düzelen ve iç kulak tutulumu dediğimiz sensorinöral işitme kaybı
- Etkilenen kulakta dolgunluk hissi ve çınlama
- Hastalığın erken evrelerinde işitme kaybı genellikle tek taraflı, dalgalı ve özellikle pes (düşük) frekansları etkileyen bir yapıdadır. Zamanla bu dalgalanmalar azalır ve işitme kaybı kalıcı hale gelerek tüm frekansları etkilemeye başlar.
Odyologlar Kokleanın Sağlığını Hangi İşitme Testleri ile Değerlendirir?
Doğru tanı, doğru tedavinin temelidir. Koklea ve işitme yollarının sağlığını bütüncül bir şekilde değerlendirmek için tek bir teste güvenmek yerine, bir dizi farklı işitme testi kullanılır. Bu yaklaşıma “çapraz kontrol ilkesi” denir ve her testin sağladığı bilgi parçasını birleştirerek tam bir resim oluşturmayı hedefler.
- Kapsamlı bir odyolojik değerlendirme genellikle şu temel testleri içerir:
- Saf Ses Odyometrisi
- Konuşma Odyometrisi
- İmmitansmetri (Orta kulak basınç testi)
- Otoakustik Emisyon (OAE)
- İşitsel Beyin Sapı Cevabı (ABR)
Saf ses odyometrisi, kişinin farklı frekanslardaki seslere karşı hassasiyetini ölçerek işitme kaybının derecesini, tipini ve şeklini belirler. Konuşma odyometrisi ise, kişinin konuşma seslerini anlama ve ayırt etme yeteneğini değerlendirerek işitme kaybının günlük hayattaki etkisini ortaya koyar. Ancak bu testler, kişinin yanıtlarına bağlıdır ve bize sorunun nerede (tüy hücresi mi, sinir mi?) olduğunu söyleyemez.
İşte bu noktada objektif testler devreye girer. Otoakustik Emisyon (OAE), dış tüy hücrelerinin sağlığını doğrudan ölçen bir testtir. Kulağa gönderilen bir sese yanıt olarak bu hücrelerin ürettiği “ekoyu” kaydeder. Sağlıklı OAE varlığı, kokleanın amplifikatör mekanizmasının çalıştığının bir kanıtıdır. İşitsel Beyin Sapı Cevabı (ABR) ise, ses sinyalinin işitme siniri ve beyin sapı boyunca ne kadar hızlı ve düzgün bir şekilde ilerlediğini ölçer. Bu iki testin birlikte yorumlanması, işitme kaybının kokleadaki tüy hücrelerinden mi (sensör), yoksa işitme sinirinden mi (nöral) kaynaklandığını ayırt etmede paha biçilmezdir. Örneğin OAE’si normal ama ABR’si çok bozuk olan bir kişi, “işitsel nöropati” adı verilen ve sorunun sinirsel iletimde olduğu nadir bir duruma sahip olabilir.
Modern İşitme Cihazları Koklea Kaynaklı Kayıplara Nasıl Yardımcı Olur?
Hafiften ileri dereceye kadar olan koklea kaynaklı işitme kayıplarında birincil çözüm işitme cihazlarıdır. Ancak modern cihazları, sesi sadece yükselten basit birer amplifikatör olarak düşünmek büyük bir yanılgıdır. Günümüzdeki dijital işitme cihazları, kokleanın hasar görmüş işleme yeteneğini taklit etmeye çalışan, gelişmiş yazılımlara sahip minik bilgisayarlardır. Amaç sadece sesleri duyulur kılmak değil aynı zamanda beynin dinleme için harcadığı bilişsel eforu azaltmaktır.
Koklea hasar gördüğünde, beyin gürültülü ortamlarda konuşmayı ayırt etmek için çok daha fazla çaba harcamak zorunda kalır. Bu durum “dinleme yorgunluğu”na ve sosyal izolasyona yol açabilir. Modern işitme cihazları, bu yükü hafifletmek için tasarlanmış birçok özelliğe sahiptir.
- Yapay zeka ile ses işleme
- Gelişmiş gürültü engelleme
- Konuşmaya odaklanan yönsel mikrofon sistemleri
- Bluetooth ile akıllı telefon ve televizyonlara kablosuz bağlantı
- Şarj edilebilir bataryalar ile kullanım kolaylığı
Bu özellikler sayesinde cihaz, ortamdaki sesleri sürekli analiz eder, konuşma sesini gürültüden ayrıştırır, temizler ve kullanıcının kulağına en anlaşılır haliyle iletir. Bu sadece daha iyi duymak değil aynı zamanda daha az yorularak ve daha konforlu bir şekilde duymak anlamına gelir. Bu da kişinin sosyal etkileşimlere daha rahat katılmasını ve yaşam kalitesinin artmasını sağlar.
Koklear İmplant Cihazı Hangi Durumlarda Bir Çözüm Olabilir?
İşitme kaybı ileri veya çok ileri dereceye ulaştığında, kokleadaki tüy hücresi hasarı o kadar yaygın hale gelir ki en güçlü işitme cihazları bile sesi beyne anlamlı bir şekilde iletemez. Bu noktada sesi yükseltmek yerine hasarlı kokleayı tamamen bypass eden bir teknoloji olan koklear implant bir çözüm olabilir.
Koklear implant, cerrahi olarak iç kulağa yerleştirilen bir elektronik cihazdır. Bir işitme cihazı gibi sesi yükseltmez; bunun yerine sesi bir dış işlemciyle alıp dijital kodlara çevirir ve bu kodları doğrudan işitme sinirini uyarmak için kullanır. Elektrot dizisi, kokleanın içine yerleştirilir ve farklı frekans bilgilerini temsil eden elektriksel uyarıları sinire gönderir. Beyin, zamanla ve yoğun bir rehabilitasyon süreciyle bu yeni elektriksel dili yorumlamayı ve anlamlı seslere dönüştürmeyi öğrenir.
Koklear implant için uygun adaylar genellikle şu grupları içerir:
- İleri-çok ileri derecede sensörinöral işitme kaybı olan yetişkinler
- Uygun şekilde ayarlanmış işitme cihazlarından yeterli fayda görmeyenler (özellikle konuşmayı anlama konusunda)
- Doğuştan çok ileri derecede işitme kaybıyla doğan bebekler ve çocuklar
- Tek taraflı işitme kaybı veya ani işitme kaybı sonrası işitmesi geri dönmeyen belirli vakalar
Özellikle çocuklarda, dil ve konuşma gelişiminin kritik olduğu dönemde erken yaşta yapılan implantasyon, daha iyi sonuçlar alınmasını sağlar. Koklear implant, uygun adaylar için sessiz bir dünyadan sesli bir dünyaya geçişi sağlayan, hayat değiştiren bir teknolojidir.

Dr. Audiologist Emel Uğur was born in 1982 in Çanakkale. She worked for 15 years at Istanbul Training and Research Hospital, specializing in Pediatric Audiology, Otologic Diseases, and Vestibular System Disorders. In 2015, she joined the Acıbadem Healthcare Group. She currently works as a Dr. Audiologist at Acıbadem Altunizade Hospital and also serves as a faculty member and program director of the Audiometry Department at Acıbadem University Vocational School of Health Services.
İstanbul'daki Kliniğimizin Konumu